17 Temmuz 2012 Salı

"Ya bu internette çok karı-kız dolanıyor diyorlar."

Recep İvedik 2 filmini yüzlerce kez izledim. Ama en son izlediğimde filmin benim için en önemli repliğini fark ettim : "Ya bu internette çok karı-kız dolanıyor diyorlar. Doğru mu?"

"Şansımı neden internette denemiyorum?" diye kendime sordum. Sonra "Delirdim mi ben acaba kendi kendime konuşuyorum." diye cevapladım. Bu cevap biraz ağır olmuştu. Hani derler ya kavgada bile söylenmez işte tam da öyleydi. O sırada pencere açıktı ve dışarıdan müzik sesi geliyordu. Mahallemizin Tofaşçı gençleri son ses müzikle geçiyorlardı mahalleden. Mahalleye müzik ziyafeti veriyorlardı. Tesadüf olabilir mi bilmiyorum ama yine beni ilgilendiren bir müzik açmıştı Tofaşçı gençlik : 


Bu yaşanan ibretlik olaydan sonra koşarak dışarı çıktım biraz soluklandım. Sonra bahçeye koşup evin arkasındaki musluğa bağlı olan hortumla kendime suladım. Bir şok etkisi yaratmak istemiştim. Her yerim su olduktan sonra musluğu kapattım ve komşunun tavuklarının peşinden 10 dakika koştum. Artık kendime gelmiştim. Kendime geldikten sonra zaten anında Talet abinin internet cafesinde soluğu aldım. 3 masadan masa açma isteği gönderdim ve bir tanesine oturdum. Diğerlerinden 30ar tane boş sayfa hazırladım ve yazdır tuşuna bastım. Sonra ağzımdan altın değerinde cümleler çıkmaya başladı. "İnternet cafeye gittim Aaa aa a, Facebook sayfasına girdim Aaa aa a, adımı Çılgın diye verdim Aaa aa a, artık ben de üye oldum ımm ımm"
Herkes bana bakıyordu. "Bizde Souleymane Youla'lar bitmez!" diye yüksek sesle bağırdım. Sonra bilgisayardan webcam i açtım ve kendimi bilgisayar ekranından seyretmeye başladım ve birkaç da fotoğraf çekindim. Tabii ki kulaklığın ve güneş gözlüğümün takılı olduğundan emin olduktan sonra çekindim fotoğrafları.

CANLANDIRMA

Facebook'a girmiştim.. "Artık ben de üye oldum ımm ımm." dedim tekrardan. Sonrasında hemen Lokomotif Gülşen, Çıtı pıtı Birsen, Cici bici Ebru ve Esmer Banu'ya arkadaşlık isteği gönderdim. Onların kabul etmelerini beklerken beni de ekleyenler oldu. Ekleyenlerin kim olduğuna büyük bir heyecanla baktığımda ise büyük bir hüsranla karşılaştım. Yakışıklı Erkan, Karizmatik Serkan, Sempatik Ercan ve Çılgın Ayhan eklemişti beni. Zaten eklese eklese bunlar eklerlerdi. Aralarında sadece Sempatik Ercan'ı tanıdığım için kabul ettim. Kendisi bizim mahallenin yancılarından. 

SEMPATİK ERCAN

Sıra geldi profil bilgilerine. Zaten adımı Çılgın diye vermiştim. En sevdiğim söze "Bizde Souleymane Youla'lar bitmez!" yazdım.Sayfalar beğenmeye başladım : "Damar sözler","Arabesk Rap","Ünlü olmayan taşlar","Duygusal damar arabesk parçalar paylaşım" "Amerikan Samoası Millî Futbol Takımı" "Zekeriya Bozdağ" "Profiline kimler bakmış? Arkadaş listeni davet et!","Bu arma için 1 saatte 100bin kişi olalım" "1saatte 250 dolar kazanmak ister misin?" vs vs 

Ve sonunda bir kişi kabul etti arkadaşlık isteğini : Cici bici Ebru. Pencereyi* açtım ve konuşmaya başladım.

PENCERE

-Selamün Aleyküm.
-Orda mısın?
-Tanışalım mı?
-Nasılsın bu arada çok güzelsin.
-Çok şekersin tanışalım mı?
-Ne güzel vücudun var tam ellemelik. Yani yanlış anlama çok iyi demek istiyorum ;;))999dokuz))9

Cevap yoktu. Bu demek oluyor ki kendini ağırdan satıyordu.Hemen buradan yola çıktım.

-Kaça satıyosun kendini ::dil :gülümseme işareti:
-Eminönü saatleri gibi aslında bir o kadar yakın ama bir o kadar da uzaksın ::dil
-Laaaaaaaaaaaan İsmail YK arkadaşımdır. Senin ismini ben söylettirdim şarkıda.

Hala cevap gelmemişti. Benden hoşlanmadığını düşünmeye başlayacaktım ki daha sonra anladım ki beni uzaktan seviyordu. Bu kanıya nereden mi ulaştım? Benim profilime belli aralıklarla zayıflama ilacı için öneriler gönderiyor. Bazen ayakkabı kampanyaları da gönderiyor. Beni düşünüyor. Webcam fotoğrafımda sanırım kilolu gözüküyorum bu yüzden böyle zayıflama ilacı reklamları yolluyor. Ayakkabılarda da kampanya görünce paylaşıyor hep profilimde. Yalnız son zamanlarda da sigarayı bırakma ürünleri yolluyor. Sanırım bilmiyor sigara içmediğimi. Yazıyorum ama dinlemiyor yine paylaşıyor. Biraz asi bir kıza çattım sanırım ::gülümseme Cici bici dedik Asi ruh çıktı. Bu düzenli ilişkimize engel olan bir kişi daha vardı : Talet abi. Süren doldu abem diyerek beni kaldırttı. "Param yok ama aşk be abe" dedim. "Para ver, para ver, para,para" diye cevaplayınca demek ki  "eski has eski tamam"mış dedim. Ya da öyle bir şey tam hatırlayamadım geçmiş gün. Üzgün bir şekilde evin yolunu tutarken sokaklardaki sebil dolaplarından birinde bir yudum alıp "Ouuuff çoook soğukmuş." dedi bir amcamız. Ona döndüm ve şu türküyü söyledim : 


Kesik çayır biçilir mi? Sular soğuk içilir mi?

Belki bu kez de başaramadık. Facebook da yaramadı belki. Ama umurumda değil! Başka bi' yerde başka bi' zamanda belki. Mücadelem devam edecek. Şimdilik bu kadar  kendinize iyi bakın. Buradan Cici bici Ebru'ya bir şarkı göndererek veda ediyorum.



1 Temmuz 2012 Pazar

Memlekete Dönüş

Toparlanma vakti geldi. Eşyalarımı toplayıp yola çıkma vakti, deyimi yerindeyse demir alma vakti geldi. Hemen eşyalarımı topladım valizime. Yani valiz dediğime de bakmayın. Modernleşme ile birlikte icat olmuş ayriyeten bana göre içinde şeytan olan bir şey valiz. Ben Anadolu'mun güzel insanlarının 'valiz'ini kullanırım.

Güzel Anadolu'mun güzel 'valiz'i yani çuvalı

Bir güzel sıkıştırdıktan sonra eşyaları sıra geldi rotamı belirlemeye. Haritayı hemen masama koymaya karar verdim. Masamın üstünün dolu olduğu fark edince kafamı koridor duvarına sürttüm. Çıkan kıvılcımla sigara yaktım. Ama şöyle de bir gerçek var: Ben sigara kullanmıyorum. Bu gerçeği hatırlayınca anladım ki yaktığım şey sigara değil sigara böreğiymiş. Artık yanmış sigara böreğini bizim mahalledeki sahipsiz, barınaksız evcil hayvanın önüne attım. 

Bizim mahalledeki sahipsiz barınaksız evcil hayvan

Masamın dolu olmasından ötürü yol haritasını aldım ve mutfak tablasına koydum. Kalem yoktu tablada. Artık olanla idare etmek lazım dedim ve bıçağı aldım. Bıçakla kestim zannetmeyin. Haritamı kesemezdim bu yüzden dolaptan bir domates alıp kestim ve domatesle yol haritamı çizmeye koyuldum. Biliyorsunuz şehirlerarası yolculuğumu otobüsle yapmıyorum. Kamyonumun olduğunu da biliyorsunuz. hobi olarak yapıyorum bu işi bunu da biliyorsunuz. Ve böyle memlekete gideceğimde yük sarıyorum hem boş gitmemiş oluyorum hem de hobimi tam anlamıyla yapmış oluyorum.

Önümde harita... Kamyon ambarlardaydı. Aradım ambardaki Oktay abimi. 'Bugün nerelere yükün var söylesene amca.' dedim. 'Dayı, sen memlekete gidecen sanırım. Ama oralara yükleri hep aldılar. Sana ben Erzurum sarabilirim.' dedi. Düşünmeden 'Tamam, olur.' dedim. Erzurum'daki bizim tanıdık olan ambarı aradım. 'Nerelere yük var amca?' diye sordum. 'Ankara ve Azerbaycan var dayı.' dedi. Ankara'yı seçtim. Ankara'daki tanıdığım ambarları aradım. 'Nerelere yükün var amca?' dedim. 'Bartın var dayı.' dedi. Bu sefer düşündüm. Böyle giderse memlekete ulaşamayacaktım. İkna kabiliyetimi devreye sokma vakti gelmişti. Birkaç dakika içinde Bartın'a gidecek yükü Döşemealtı'na götürmeye ikna ettim. Telefonu kapatınca ben bile şaşırdım yani nasıl bir ikna yeteneğiyse Bartın'a gidecek yükü Döşemealtı'na götürmeye ikna ettim.

Hemen haritada domatesle çizdim güzergahı. 'Biraz' gezme payı da ekledim tabi gideceğim rotalara.

İstanbul - Döşemealtı güzergahım

Ambarlara kadar taksi tutacaktım. Taksi çağırdım. Taksici tam bizim evin önünde tamponu vurdu. 'Canını sıkma sen.' dedim. Yanımda hazırda bulunan nakit 30bin TL'yi verdim adama 'Bu taksiyi de satarsın yenisini alırsın.' dedim. 30bin TL yi çıkarırken düşürdüğüm yaklaşık 697 TL parayı da almadım. Mahalleli alsın. Hayrımız dokunsun.

Şimdi taksisiz kaldık. Aklıma daha önce tanıştığım Oğuz abi aklıma geldi. Adamın sandalı vardı ve bana ne sorunun olursa haber et yetişirim demişti. Bundan âlâ sorun mu var dedim kendimce. Hemen çevirdim numarasını. Dedim ki taksisiz kaldım ambarlara gitmem lazım acil ve hemen ardından kapattım telefonu ki gerçekten acil sansın. Aslında acil de sayılır işim. Herkes bekler, yük beklemez.

Oğuz abim Anadolu yakasında oturuyor orada sandalıyla iş yapıyor. Ama benim için gelmeyi kabul etti. Aşağıda, dışarıda beklerken birkaç dakika sonra gördüğüm görüntü beni mutlu etti ve gözlerimden hatta burun deliklerimden yaş akıttı.

Oğuz Abimin fedakarlığı

"Atla çabuk atla!" dedi, ben de hemen atladım sandala. Yalnız "Deh!" demesem daha iyi olabilirdi. Bunlara rağmen beni o trafikte, gerekirse tramvay ve metro yollarından geçerek beni ambarlara götürdü. Geç oldu ama güç olmadı. Bir daha işin olursa aramayı ihmâl etme dedi. "Tamam amca." dedim ve kafa tokuşturduktan sonra kafasını tuttum yanımızdaki duvara vurdum. Çünkü kafa tokuştururken biraz sert vurmuştu kafama. Giderken de ek olarak tekme vurdum. Bu güzel ayrılıktan sonra yük yüklenmiş olan kamyonumun brandasını sarmaya geçtim. Nasıl bir brandaysa ve nasıl gerdiysem artık yandaki kamyonun kasasına da germişim. Hemen yanlışlığı düzelttim. 

Yola çıkmadan istetmeyi okşadım sevgiyle. Sonra suyunu, yemeğini verdim. Yola çıktık artık.

Çıktık yine yollara...

Uzun yolculuk geçirdik haliyle. Eve geçtim uzun bir aradan sonra. Evdekiler nasıl karşılayacak bakalım, diye heyecanlıydım. Babamı arayıp kamyonu yük boşaltılması için bıraktım beni alır mısın dedim. "Ayağın yok mu oğlum, yürüsene babanın uşağı mı var? Buraya gel, buraya git ne lan bu?" dedi ve kapattı. Kapatırken biraz küfür etti sanki ama kötü düşünmüyorum. Babamın iyi niyetli olduğuna inanıyorum aksini düşünmek bile istemiyorum. Elimde çuval yürüyerek eve vardım. Zile bastım. "Kim O?" dedi bir ses. Evet annemdi bu. "Bil bakalım kim?" dedim heyecanla. "Sen miydin ya oğlum girerken kapat kapıyı." dedi ve sanırım mutfağa gitti. Eve girdim benim çıkmam gerek komşulara gitçez dedi ve gitti. Aylar sonra karşılaştığım bu tavırlardan sonra ben de tavrımı değiştirme kararı aldım. Hemen eski sevgilimi aradım ve şu parçayı seslendirdim. 

Sen ne söylersen söyle canım, ben masaldan anlamıyorum.

Memlekete dönüşüm bu şekilde oldu işte. Biraz heyecan, biraz hüzün, biraz mutluluk, biraz hırs, biraz utku, biraz ihtiras, biraz aşk her şeyden biraz vardı yani. Aşure mübarek.


Canıma aşure çektirttim ya. Gideyim şu meşhur tarihi aşurecide aşure yiyeyim. Hadi bana afiyet olsun. Sizlere güzel bir müzikle veda edeyim. 'Aşure' tadında müzik...


25 Haziran 2012 Pazartesi

Dönem Sonu

Yine bir dönemim sonuna geldik. Bir dönem daha kapandı. Yani kapandı dediysem anlayın daha sonra devam etmek üzere kapandı. Çünkü bu seneyi bir kere daha okuyasım var ve tekrar edeceğim. Zaten annem hep derdi çift dikiş daha iyi diye. Bunu dikiş yaparken söylese de benim öğrenim hayatıma da uyarlanabilir.



Bu dönemin çok kötü geçeceği vizelerde belli olmuştu. Vizelerde kalmak yok dediler. Ama vize sırası götürdüğüm arabanın vizeden kalmış olması kötü bir şeylerin habercisiydi. "Vizede kalmak yok. Biz büyüklerimizden böyle öğrendik." diye sert çıkış yaptım görevliye. Ama nafile. Vizeden kaldık!


"Avrupa Birliği standartları gerekiyormuş. Ulan şu yolların hangisi Avrupa Birliği standartlarında derler adama. Muayeneymiş biz daha kendimiz muayene olamıyoruz!"


Sinirlendik ama kaldık sonuçta vizeden! Okulla alakası yokmuş gibi gözükse de bu bir olay zincirinin en başıydı. 

İngilizce Öğretmenliği bölümündeyiz. Bu dönemde aldığım 9 ders vardı. Alabildiğimi almıştım umarsızca. Ama bana Yörük'ün dediği bir laf var "Almak önemli değil, önemli olan o dersleri verebilmek." "Hakikaten aldık alabildiğimizi ama verebilecek miyiz?" 

Finaller yaklaştıkça bu tip sorular aklımızda daha geniş yer kaplıyordu. İlk final bir gün sonraydı. Nereye çalışacağımı bilmiyordum. O an aklıma hayat felsefelerimden birisi geldi : "En kestirme yol bildiğin yol." Hemen oturdum zaman(tense)'ları çalıştım. Nitekim finalde alakası olmayan sorular vardı. Ders grammar dersi değildi. Sanırım hayat felsefemi yanlış yerde kullandım. İlk finalimden kaldım!

İkinci finalime çalışırken karnımın çok acıkması ve evde yiyecek bir şeyin olmaması beni final notlarını yemeye itti. Daha çalışmaya yeni başlamışken notları yiyerek çalışmamı daha da ilerletmeyi önlemiş oldum. Ardından yemek sonrası yorgunluk çöktü üstüme ve uyudum. İkinci finalimden kaldım!

Üçüncü finalime geldi sıra. Bu sefer olacaktı gerçekten çalıştım. Ama 9 ders olunca bir sürü not oluyor. Ve fark ettim ki yanlış notlara çalışmışım. İşin tuhafı bu seneki notlar da değil. Geçen seneki notlar hiç değil. 2007 Kamu Maliyesi notları... Anlayacağınız bizim bölümün notları bile değil. Üçüncü finalimden ? Duyamadım, evet üçüncü finalimden de kaldım.

Dördüncüye geldi sıra. Final Four. Bunun için kopya hazırladım. Ceketimin cebine, koluna falan iyice yerleştirdim. Sabah uyanıp dışarıya bakıp "Oh be, ne güzel hava hiç bulut yok sonunda t-shirtle okula gidebileceğim." demem ile birlikte kopyaları cekette, ceketi de evde bırakıp okula gitmem bir oldu. Bu acı durumu ise sınav anında fark ettim. Ama soğukkanlılığımı koruyarak dördüncü finalimden de kaldım.

Beşinci final için sabahladım. "Bu ulan sefer olacak." sözlerimi şu sözler takip etti : "Pardon yanlış oldu, bu sefer olacak ulan!" Sabah kıpkırmızı gözlerle gittim. Kimse yoktu. Hemen memleketi arayıp anam babamla konuştum. Evet bir yanlışlık olduğunun farkına daha sonra vardım. Ve hemen hocayı aradım. Dersleri pek takip etmediğim için o dersin final sınavı yerine sunum yapıldığını yeni öğrenmiş oldum. İş işten geçmiş. 5'te 5! 5 dakikada Beşiktaş!

Altıncı final için test olma ihtimali var dediler ama klasik de olabilir dediler. Ben hemen oturdum ve sabaha kadar boşluk doldurma tarzı sorulara çalıştım. Orta yolu buldum yani. Herkesin gönlü olsun. Sınav klasik oldu. Her sorunun altına şunu yazdım artık : "Hocam siz zaten doldurmuşsunuz her yeri, bize dolduracak boşluk bırakmamışsınız gördüğüm kadarıyla. Ama bizi görmezden gelmeyin, terbiyesizliğin lüzumu yok.". Kağıdın en sonuna ise "Haydi hayırlı işler, hayırlı ramazanlar." yazmayı ihmal etmedim. Altıncı finalimden de, KALDIM!

Yediye geldik. Finalden önceki gün tam çalışmaya başladım ki elektirikler kesildi. Bunu su kesintisi takip etti. Tüp ise tüm gazını dışarıya salıverdi. Tuhaftır misafir de gelmişti. Saatimi ileriye almayı da unutmuşum. Hastalık da vardı üzerimde. Akrabamız vefa etti. Yan yattı çamura battı. Anladınız siz onu. Yedinciden de kaldım!

Sekizinci sınavım için totem yaptım. Çalışmayalım bakalım o zaman nasıl olacak dedim. Çalışmadım ertesi gün sınava girdik. "Risk budur." yazdım çıktım. Sınav çıkışı herkesin kendileri arasında geçen tartışmalara dikkat edince sınavın test olduğunu anladım. Sınav heyecanıyla fark edememişim sanırım. Sonuç olarak bundan da kaldım!

Sonuncu final. Artık finalleri bitiriyorduk. Çalışma kağıdı hazırladım A4 kağıda. Her şeyi ona yazdım. Ezberledim sınav başlayana kadar okudum sonra altıma koydum üstüne oturdum. Kopya çekiyorum zannedilmesin maksat. Sınav sonunda kalktım kağıt teslim etmek için. Çalışma kağıdım terden ne hallere düşmüş. Yazılar birbirine girmiş. Neyse hocaya kağıdı teslim ettim. Dışarı çıktım merak ettim doğru mu yapmışım hemen kağıda baktım ama bu kağıt terli ıslak değildi. "Eyvah! Altar'ın oğlu Tarkan!" diye anlamsız bir tepki verdim. Hocaya çalışma kağıdımı bırakmışım bende ise sınav kağıdı duruyor. Doğal olarak son sınavımdan da kaldım! 

Son finalden sonra yemekhaneye gittim. Yemek yedikten sonra çıkıyordum. Tam İktisat Fakültesi'nin oradan geçiyordum. Sınav olduklarının farkına vardım. Bir sınav vardı ve hemen gittim bir kağıt aldım hemen başladım sınava. Bir gün önceki Suskunlar dizisinin bölümünü anlattım ve kağıdı teslim ettim.. Sonucunu hiç merak etmedim ama sanırım ondan da kaldım. 9+1 finalden kaldım. 9 ders alıp 10 dersten kalan var mıdır bilmiyorum. 

Bütünleme sınavlarım ise yine tuhaftı. 15 bütünlemeye girdim (farklı bölüm dersleri dahil). Geçtiğim ders sayısı yedi. Kalan sekiz dersin de benim kendi bölümümün dersi olması biraz beni gerse de soğukkanlılığımı korudum. Böyle devam edersem başka bölümden mezun olurum. İstatistikler de bunu söylüyor.

Ben kendi bölümümü bitiririm inşallah. Üniversitedeki dördüncü yılımın sonunda eğer ki mezun olamamış olursam rektörün karşısına geçip bağıracağım ve şarkıya gireceğim : OYALAMA BENİ, VEDA ET ARTIK!






16 Haziran 2012 Cumartesi

FC Döşemealtı Killik

Evrensel bir futbol kulübü... FC DK (Football Club Döşemealtı Killik)... Kurulduğu tarihte futbolu bilen yoktu. Belki FC DK'deki futbolcular da tam bilmiyordu. Öncü oldukları bu alanda her zaman en önde oldular. İsimlerini gizlemeye çalıştılar. Ama böyle Dünyaca ünlü bir kulübü saklamak imkansızdan da öte bir şey. Kulübün futbol alanında ilk olması bir çok alanda ilk olmasını da beraberinde getiriyor. İlk kulüp aracına sahip olan bu halk takımı köylünün, Cuma namazları çıkışları topladıkları paralar ve köy kahvesinde herkesin çay parası yanında kulüp için kesilen vergi paraları ile takımın özellikle deplasmana gitmesi için bu araç alındı.

Takım aracı ile kış için köylüler kendilerine odun götürürken

Tuhaf gibi gelmesin. Köylü adamın en iyi bildiği araç traktördür. Ve bu bilgilerini futbola empoze etmişlerdir. Köylüden alınan bilgiye göre bu şekilde hem köy takımının ihtiyacı karşılanmış oldu hem de köylünün traktör ihtiyacı da karşılanmış oldu. Bu araçla birlikte ilk Akçaalan Şimşir Çardak FK deplasmanına giden FC DK'nın artık önünde hiçbir deplasman engeli kalmadı.

Takımın futbolcuları hep yerli oyunculardır. Bir tek yabancı oyuncu vardır: Hakiri Kakari. Anne tarafı Tunus, baba tarafı Cibuti olan Beyaz Zenci olarak adlandırılan futbolcunun Türkiye'ye nasıl geldiği bilinmemektedir.

Hakiri Kakari(49)

Ebeveynlerinin ve 7 sülalesinin siyahî olmasına rağmen beyaz doğabilen Beyaz Zenci 49 yaşında olmasına rağmen faal olarak futbol yaşamına devam etmektedir. Futbolu bırakmaya hiç niyetinin olmadığını söyleyen Beyaz Zenci birkaç sene daha oynayıp futbola başladığı bu kulüpte futbolu bırakmak istediğini söyledi. Zaten başka kulübe transfer olma niyetinin olmaması dışında bonservis bedelinin yüksek olduğunu da ekliyordu. Ne kadar olabilir ki diye bizler de aklımızdan geçirirken "15 inek, 3 oğlak" cevabını alıyoruz ve şaşırıp kalıyoruz. 2 İnek verilip transfer edilmiş yani burası tercih ettirilmiş şimdi ise değeri dudak uçuklatıyor. 

Takımın genel olarak değerleri yakın. Çok pahalı bir takım. En ucuza giden ise 1 römork küspe karşılığı Azmettin Tat. (Duacı Ziraatspor'a transfer oldu.) Bu kişinin kardeşi Mustafa ise takım kaptanı. Lakabı Tat Mıstâsı(Tat'ların Mıstâ). 

Tecrübeli kaptan Tat Mıstâsı

Şimdi herkesin merak ettiği bir diğer soruya geçiyoruz: Bu kadar değerli ve ünlü bir takım maçlarını nerede oynuyor?
Cevap, İçeri Killik Arena.


Sayısız kişiyi ağırlamaya müsait olan bu stat sayısız galibiyetlere, sayısız kupalara, sayısız sevinçlere sayısız şenliklere tanık olmuştur. Saha avantajını iyi kullanan FC DK, bu sahada daha hiç kaybetmemiştir. Seyirci baskısının yanında zemine de alışık olmaları bu durumu sağlayan faktörlerdendir. Saha bakımı olarak köylünün büyükbaş ve küçükbaş hayvanları kullanılır. Bu şekilde çimlerin ideal seviyede kalması sağlanıyor. 

İmparator Osman

Bu takımın kurulmasında emeği olan, takımın dünyaca tanınmasını sağlayan, köylü ile futbolu birleştiren, takımın sembolü haline gelen, takımın teknik direktörlüğü görevini yürüten yüce zâd Osman Başeski. Nam-ı diğer İmparator Osman.

İmparator Osman

Sıcak bir sohbet yaptık Osman amcayla. Amca dediğime bakmayın saygımdan diyorum yoksa gençlere taş* çıkartıyor.

Taş

Bugünlere kolay gelmediklerini söyleyen İmparator Osman kulübün adeta menajeri, CEO'su olduğunu söylüyor. Antremanlarının çok zor geçtiğini belirten İmparator Payamlı dağına çokça gidip odun taşıttırdığını söylüyor. Kendisi de eşlik ediyormuş. Kuyulardan sular çekip tüm köy halkının mallarına su dökmeye gidiyorlarmış. 15 km ilerideki Antalya-Burdur yoluna koşarak gidip geliyorlarmış. Köyün imamlığını da yaptığını söyleyen İmparator her namaz vakti de tüm köylüye namaz kıldırıyormuş.

Bu güzel sohbetten sonra sıra transfere geliyor. Transfer hakkında ser verip sır vermeyen kurnaz teknik adam bizi Payamlı dağındaki kuyuya götürüp susuz getirmeyi başarıyordu. Tek öğrenebildiğimiz transfer bütçelerinin 20 inek, 18 dana, 8 koyun, 3 kuzu ve 1 römork çilek tohumu olduğu. Ama altyapıya önem veren bu takım oyuncu transfer edeceğini pek tahmin etmiyoruz. Yine köylerinden futbolcu çıkaracaklarını tahmin etmek zor değil tarihte örnekleri hep mevcut. 

Kulüp sadece tek takıma yenilmiş bu güne kadar. O da bir kere. Zıpladıkapıspor. Ama şu anda bu kulübün şike iddialarıyla sarsıntıda olması neden FC DK'nın yenildiğinin göstergesi. Zıpladıkapıspor'un bütçesinde 1 inek eksik.Kimse cevabını veremiyor. Başkanları tutuklu durumda şuan. İmparator Osman bu inek bizim kaybettiğimiz maçtan 1 gün önce kayboldu, sonrasında ise o kaybettiğimiz maçın hakemin ahırında benzeri(!) duruyordu, dedi. Hakemin o maçı katlettiğini söyleyen İmparator Osman aksi takdirde o maçı kaybetmelerinin imkansız olduğunu söyledi. Herkes şimdi mahkeme kararını bekliyor. Tüm köylü halkı ve takımın taraftarları ise sosyal medyada haklarını "#KayipinekNerede" yazarak arıyor. Bekleyip süreç nasıl sonuçlanacak göreceğiz.

#KayipinekNerede

Bizlere yine yol gözüktü İmparator Osman abim özleyeceğiz seni, Tat Mıstâsı o bıyıklarını yiyim senin, Beyaz Zenci Hakiri Kakari artık benim için futbolun oğlu. Taş çıkartıcı İmparator Osman'ın taşını saklayacağım. Döşemealtı Killik bundan sonra da daha önce olduğu gibi her zaman buraya geleceğim. Bizi yola kadar takım aracıyla geçirdikleri için teşekkür ederiz(Hâlâ sallanıyor olsam da). Gidiyoruz ama ayrılık ölümden zormuş arkadaş!

Azer Bülbül'ü saygıyla anıyoruz.

EN KISA ZAMANDA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE DÖŞEMEALTI KİLLİK
EN BÜYÜK FC DK!

12 Haziran 2012 Salı

Yoldan geldim, yorgunum.

Biliyorsunuz uzun bir yola çıkmıştım ve geri dönüşüm muhteşem oldu. 6 gün önce sardım yükü, yamalı brandamızı yükün üstüne gerdim en güzel şekilde . Ve koyuldum uzun bir yola. KGS olmasına rağmen OGS geçişlerinden geçerek devam ettim yoluma. Yavaş olmama rağmen en sol şeritte devam ettim inadına. Karşıdan gelenlere hep selektör yaptım. Zannetsinler ki ileri polis çevirmesi var. Solladığım herkese de hem selektör yapıyordum hem de geçene kadar kornaya basıyordum. Geçeceğim de tam araçların yan yana geldiği vakit güneş gözlüklerimle havalı bir bakış atmayı ihmal etmiyordum. Ve klasikleşmiş hareketimle havamı yüzde binbeşyüz yapıyordum.


Rampalar, virajlar, köprüler, çukurlar derken bayağı yaklaştık Erzurum'a. Yalnız Erzurum'a az kala arka sol dış lastiği yardık. Yük ağırdı riske atmadım hemen istop ettim aracı. Aşağı indiğimde 3 şeritli yolun ortasında durmuş olduğumu fark ettim. Lastik çok fana yarılmış. Önce Şaban Usta'yı aradım. Benle ne alakası var lastikçi miyim ben. Bir lastik değiştirmek için ta Erzurum'a mı gelecem .... dedi. (... -->Çok cümle içeriyor. Çok anlam ifade ediyor. ) Lastikçi İbo'yu aradım yüzlerce kilometre ileriden geldi. İstetmeyi taktık ve getirdiği lastiği istetme yerine koyduk yarılmış lastiği de oradaki üst geçide koyuverdik hemen uzaklaştık. Lastikçi İbo'ya teşekkür ettikten sonra yolladım. Araca bindiğimde ise cüzdanımın olmadığını fark ettim. Biz lastik ile uğraşırken kim gelip nasıl çalmış anlamadım. Hemen polisi aradım. Fazla vakit geçmeden gelen ekip ise beni önce şaşırttı sonra sevindirdi.


"Anlaşıldı, tamam. Şu an olay yerine yakınız zaten." demiş olduklarını tahmin ettim. Nitekim Rıza Baba da öyle olduğunu söyledi. İstanbul'da her olayda yakın olan ekip Erzurum'un oralarda bile olaylara hâkim. Hissediyorlar olay olacağını sanki. "Bırak o silahı evlat." dedi bana Rıza Baba. Yok Rıza Baba lastik söktük de 28 30 anahtar bu dedim. "Adam pisliğin teki çıktı Rıza Baba" dedi Hüsnü Çoban. "Ağzını topla levye de burada." deyip sol yumruğumu ısırınca biraz sakinleşti ortalık. "Anlat yoksa buradan çıkamazsın anladın mı çıkamazsın." deyince Rıza Baba anladım ki bunları kafa yanmış her olaya koşmaktan. Olayı anlattım ve çalan adamın telefonun sinyalini takibe alıp buldular cüzdanı. İnanın ben de anlamadım nasıl yaptılar. Ama adamlar yapıyorlar, usta adamlar. 

Bu olayı atlattıktan sonra Erzurum'a ambara girdik. Ben bir şehir merkezine gidip geleyim dedim. Otobüse bindim 1 lira 30 kuruş verdim ve 1 kişi dedim. 30 kuruş para üstümü aldım ve yerime geçtim. Şehir merkezinin neresi olduğu bilmediğim için hiç inmedim otobüs geri ambarların oraya gelince artık orada indim ve ambarlara girdim yeniden. 



Dönüşte bir aile İstanbul'a taşınacakmış yükledik hemen eşyaları ve yola koyulduk. Branda vitrinin ve buzdolabının sivri köşelerinin etkisiyle iyice yırtıldı. Yağcı Osman yazısını gördük yol üzerinde. 10 Numara Yağ yazısını da görünce içim ferahladı  iyice ve durma gereği hissettim. 10 Numara Yağ stoku yaptık ve çayını içtik Osman abinin. Sonrasında Ara gaz çekerek duman attırarak yola devam ettik. Bir sağ şerit, bir sol şerit kafama göre hareket ettim. Benim her zaman durduğum lokantada durdum. Taşıdığım aileye çorba ısmarlamak istedim. Çorbalarımızı söyledik. Bir sürü ekmek banıp banıp yedik. Hesabı ödemeye gelince kasadaki adamın "Çorbalar benden, ekmeklerin parasını ödeyin yeter." demesinden anladık ne kadar çok ekmek yediğimizi. Hesabı ödedikten sonra yola çıkıp bir kaptırdık ve sonunda İstanbul'a vardık olduk. Bana eşyalarını taşımam için verdikleri ücret Sultanbeyli'ye kadar yetmedi. Prensiplerim gereği indim ve bütün eşyalarını oraya indirdim(yani attım). Aileye de durumu güzelce izah ettim. Anlayışla karşıladılar ve özür dilediler, bir bulaşık makinesi hediye edip uğurladılar.


Evime ulaştım sonunda. Artık şöyle güzel bir banyo yapmalıydım. Ama baktım ki şampuan ve sabun yok. Aklıma çok iyi bir fikir geldi. Yolda aldığım 10 Numara Yağ ne güne duruyordu. Şampuanın sabunun yaptığından daha fazlasını yapardı. Sağ elimle sol elimi sıkarak kendimi tebrik ettim. 10 Numara Yağ ile güzel bir banyo yaptım. Oturma odasına geçince soğuğu hissettim. O gün yağmur yağmış ve çok soğuktu. Sobayı da sökmüştüm yaz geliyor diye. O soğuğun etkisiyle bir şarkı yazdım, bestesini yaptım, klibini çektim. Ama bu işler bana göre değil benim hobim nakliyat işi. Bu yüzden sanatçı arkadaşlarıma o şarkıyı hediye ettim. Sizin işiniz bari görülsün boşa gitmesin şarkı dedim.


Artık güzel bir uyku çekmenin vakti geldi. En kısa sürede tekrar görüşmek dileğiyle... Bana iyi uykular...

6 Haziran 2012 Çarşamba

Kısa bir ara...

Yayınımıza kısa bir ara veriyoruz. Her üniversite öğrencisi gibi finallerden dolayı değil(final haftasındayız ama o sebepten değil), başka kötü bir sebepten dolayı da değil. Güzel bir haber aslında. Erzurum'a yük bulduk ve sardık. Onu boşaltıp geleyim. Her zaman bulunmaz böyle uzun yol. Uzun yola yük sarmak güzel oluyor. Sonuçta hobi olarak yapıyoruz ne kadar uzak o kadar iyi. Ama yine de dua edin boş dönmeyelim, yük bulalım. Yoksa hem zarar ederiz hem de yollarda hedefsiz gemi misalî savruluruz. Anlayışınıza teşekkür ediyorum. En kısa sürede görüşmek dileğiyle... 


Sana Gelmediğim Gün , Yollardayımdır Gülüm!

4 Haziran 2012 Pazartesi

Azim Öyküsü!

Sizlere bir Azim öyküsü sunmak isterim. Eminim birçok kişinin hayatına yön verecek bir hikaye olacak. Hayata bakış açınızı değiştirecek, artık hayata mutfak penceresinden değil oturma odası penceresinden bakabileceksiniz.
'Domat 50, domat 50', '3 kilosu 5 lira ablam.', '2 don al, atlet de benden abim.', 'Hep seçilmiş bunlar, çürükler kalmış yürü hanım.'... Bir pazar vakti saat 17.00...


Bir oraya koşan, bir buraya zıplayan, bir şuraya kafa sallayan, bir beriye bakan, bir öteye kaçan küçük yaşlarda  bir çocuk... Tek başına kendi imkanlarıyla doğmuş, kendi imkanlarıyla kendini emzirmiş, kendi imkanlarıyla para kazanıp, kendi imkanlarıyla yaşıyormuş gibi sanki. Ama aslında bu küçük çocuk 2 yıl önce annesini ve babasını bir pazar vakti kaybetti. Henüz 5 yaşındaydı. Daha hayatın ne olduğunu bilmeden tek başına kalmıştı. Küçük olduğu için hiçbir şey bilmiyordu. Sadece adını hatırlıyordu : Azim.
06 Mayıs - 2 yıl önce
Günlerden Pazar... Tüm aile gülerek, eğlenerek, şakalaşarak pazar alanına gelmişlerdi. Her şey çok iyiydi. Ta ki Remzi dayıdan 3 kilo patates alana kadar...


Remzi dayıyla sıkı pazarlığa girilmiş fiyatta 25 kuruş düşürmesi için çabalar sarf ediliyordu. En sonunda 25 kuruş düşürdü fiyatı. Bir zafer kazanmış komutan edasıyla arkasına dönmüştü Azim'in babası. Ama Azim ortada yoktu. (Zaten orada olsa bu hikaye ilerlemezdi.)
06 Mayıs - 2 yıl sonra
Günlerden Pazar... Azim yalnız kalalı 2 yıl oldu. Azim hayatını çalarak çırparak sürdürüyordu. Kağıt toplayanlara arkadaşlık ediyor onların topladıkları kağıtları çalıp satıyordu. Böylelikle hem yorulmuyor hem de en ucuz maliyetle kâr sağlıyordu.
Bu şekilde sefil giden yaşamında bir çok kez dönütler oldu Azim'in. Azim'e 3 kere yıldırım çarptı.
(3 yıldırım da aynı noktada farklı zamanlarda çarptı. En son o ilçeye yani şehre daha doğrusu bölgeye yıldırım düştüğünde orada ne insan yaşıyordu ne de başka canlı. Daha doğrusu yıldırım bile yeni çıkmıştı. Yıldırım bir daha da o bölgede gözükmedi zaten.)
Hastane masraflarını ödeyemedi aylarca hastanede mahsur kaldı. Sağ gözünde %50 görme kaybı olan Azim'e göz ameliyatı yapıldı. (Sol gözüne yapılan operasyondan sonra sol gözü görmez oldu. Yanlışlık yapıldığı ise doktorlar tarafından hiç anlaşılmadı. Azim tarafından ise 3 yıl sonra anlaşılabildi.) Tek başınaydı bu hayatta ve hasta yakınlarından para çalarak parasını ödeyebildi ve hastaneden çıktı. Hastaneden çıktığı zaman hastanenin önünde kamyon çarptı. (Hastane önündeki yoldan en son kamyon geçtiğinde orada ne yol ne de hastane ne de çevresinde herhangi bir bina vardı. Daha doğrusu kamyon bile yeni çıkmıştı.)
8 ay hastanede kaldı. Kaldığı süre zarfında böbreklerinden birini öksürürken düşürdü. Karnının acıktığını hissetmemesi için karnını sıkarken apandisitini patlattı. Hastaneden çıkma vakti geldi. Ve koltuk değnekleriyle çıktı.
Kollarında, tek bacağında ve boynunda alçılarla bir maç çıkışına denk gelen Azim, 2 takım taraftarlarının arasında kaldı ve ölesiye dayak yedi. (O olaylar sonrasında sadece bir kişinin yüzüne dikiş atıldı ve bir kişinin de eli incindiğinden ötürü sarıldı.)
Polis ve eylemciler arasında kalmayı da başaran bu yetenekli adam, o günkü olaylarda yaralanan tek kişiydi. (Ekmek bulamamış ve biraz ileride meydanda bulurum diye düşünmüştü.)
Ekmek demişken Azim bu olaylardan 1 yıl sonra ekmek alacağım diye yalnız yaşadığı bodrum katından çıktı ve 2 yıl ortada gözükmedi. 2 yıl sonra Yalçın Abi'nin programında kendini buldurtmaya çalışırken görüldü. (Yalçın abi yaşlandırma tekniğini kullandığında Azim'i kendini aradığı anlaşıldı ve Azim kendini buldurtmuş oldu.)


Metrobüs durağında beklerken yoldan çıkan otobüs üstüne çıktı. (Durakta o saatte 33 kişi vardı ve sadece Azim yaralandı.) Öldü gözüyle bakılan Azim yine yaşıyordu.
Bir sabah uyandığında tek bacağı yoktu. (Bacak artık dayanamamıştı, vücuda bağlı kalamadı ve kendiliğinden kopup kendini usulca yatağın kenarına bırakıverdi.)
Mahalle muhtarlığı yarışına katılmak istedi. Katıldı da. Muhtar adayı olan 2 kişiden biri olmasına rağmen 1 oy alabildi.


Bundan sonraki belediye başkanlığı adaylığında da aynı tabloyla karşılaştı Azim. Hâlâ evi yoktu, arabası yoktu, ailesi yoktu, parası yoktu, bacağı yoktu. Her zaman farklı yerde kalıyordu. En son kaldığı bodrum katında uyuyordu bir gece. Sağanak yağmur, dolu, kar, fırtına,tipi derken ortalığı sel aldı.


Bu sel olduğu gece acı olay meydana geldi. Azim, İstanbul'u sel bastığı gece kaldığı yerde yanarak can verdi.  Bu haberi aldığımızda aslında 4 yıl geçmişti. Komşuları bodrum katını çöp olarak kullanmaktan vazgeçmeye karar verdikten sonra bodruma inip Azim'i görünce haber verdiler polise ve Azim'in sel bastığı gece yanarak öldüğü anlaşıldı. İşte sizlere gerçek bir Azim'in hikayesi.
Not : Rivayete göre çölde kutup ayısıyla sağanak yağmur altında romantik anlar da geçiren kişi Azim'di.
AZİM'İN ÖYKÜSÜ!
Kıssadan Hisse :  Azim'in elinden hem uçan kurtulur hem kaçan.